Onca şeyden sonra gidecek bir yeri olmayanlara sesleniyorum. Gerçekten de gidilecek bir yer yok. Savunun, saklanın, saldırın, bağırın ağzınızın alabildiğince ya da susun dudaklarınızı dikebildiğinizce... Ne yapsak boş ne desek lakırtı... Bu acı, varlık sancısı mıdır? Yoksa hiçlik sancısı mı? Boşun da boşu bu tıpkı sokaklarda elleri cebinde boş boş dolaşır ya insan, işte boş boş dolaşabilmek için bir cebe ihtiyaç duyarsın hani, cepsiz bir pantolonla sokakta yürüdüğünü hayal et. İşte öyle bir şey, boşun boşu. Hep bir dolu hayat özlemi, bir amaç belki bir kurtuluş bekler ama zayıftır bu bekleyiş. Bu bekleyiş tıpkı kırıntılar halinde rast geldiğimiz umut parçalarına sarılışımız gibi. Bu sarılışımız da tıpkı milyonda bir ihtimalin denk gelip piyango çıkan adamın sadece o anlık sahte heyecanı ve gerçekten felaha erdiğini hissetmesi gibi. Debelenip duruyoruz, okyanusa atılmış yüzmeyi bilmeyen biri gibi. Uzakta bir ada görüyoruz, kurtulduk diyoruz ama oraya, yüzmeyi becerecek kabiliyetten yoksunuz. Devasa bir gemi görüyoruz hemen yamaçımızda, bizi fark etmesi için bir okyanus dolusu bağırıyoruz ama duyan yok. Sağırlar diyoruz, nasıl duymazlar, nasıl farketmezler ben burada ölüyorum diyoruz, ama tık yok. Asla bizi duyacak kadar yüksek seste bağıramadığımızı düşünmüyoruz. Eee can havli ne denir ki... Gücümüz yavaştan tükenmeye başlıyor, yapacak bir şeyin kalmadığını, artık öleceğimizi kesin kes anlıyoruz. Tam bıraktığımızda, okyanus bizi içine alıyor. İyiden iyiye batıyoruz, artık bundan sonra dönüşünün olmadığını kalbimizle tasdik ediyoruz. En fazla 10 saniye daha, ya yaşarız ya yaşayamayız diyoruz. Gözlerimizi kapatıp teslim ediyoruz kendimizi okyanusun o tatlı gizemine...
Sonra ne mi oluyor? Aradan saniyeler, dakikalar geçiyor fakat hala ölmemişiz. Tekrardan bilincimiz açılıyor, o teslimiyetin verdiği huzur bozuluyor, çünkü olmasını beklediğimiz şey olmuyor. Beklediğimiz şey ölümde olsa... Fakat bu sefer telaş içerisinde değiliz. Sakin, kafası karışık ne yapacağını bilmeyen ama telaşı olmayan. Bu his eşsiz bir his, çünkü bu kadar tezatı bir arada hissetmek her zaman hissedebileceğimiz bir şey değil. Uzun da sürmüyor zaten. Sorulara yanıt buldukça tezatlar bir bir çözülüyor. İnsan anlıyor ki o zaman, bizi kurtaracak olan şeyin yani bizi hayatta tutan şeyin ne bir ada, ne bir gemi ne de bir yüzme kabiliyeti... Bizi hayatta tutan şeyin anlamını idrak ediyoruz. Bizi hayatta tutan şeyin alemlerin Rabbi Allah olduğunu anlıyoruz. Daha öncelerden de insana, can veren ve alanın Allah olduğunu biliyorduk lakin sadece taklitten ibaret olduğunu anlıyoruz şimdi. Bu farkındalık yeni biriyle tanışıyormuş gibi değil tanıdığını zannettiği birini aslında tanımadığını fark etmesi gibi. Bu tanıma arzusu, insana muazzam bir motivasyon veriyor tıpkı saltanatından, sarayından sıkılıp hepsini bir kenara attıktan sonra sokaklarda yaşamayı tercih eden daha sonra da sokakta çektiği zorlukları görünce sarayın kıymetini anlayıp tekrardan saraya, saltanatına dönmek için can atan padişahın hali gibi. Ve tekrar dönüyoruz başa bu farkındalıktan sonra da ne yapsak boş ne desek lakırtı ama bu sefer farklı bir hisle...
Yorumlar
Yorum Gönder