Temel anlam da insanlar maddi ve manevi olmak üzere bir takım ihtiyaçlarını karşılamak için birbirleriyle iletişim kurmak zorundadır. İnsanlar sözlü ve sözsüz olmak üzere en temel iki yöntemle iletişim kurar. Bunlarda beden dili, jest ve mimik, ses tonu, yazı dili, söz dili vb gibi alt dallarına ayrılırlar. Etkili bir iletişim kurabilmemiz için sadece söz dilini değil yukarda bahsettiğim iletişimin diğer alanlarında da bilgi sahibi olmak gerekir. Fakat bugün, iletişimin alt dallarını nasıl daha etkili kullanabiliriz bunun yanıtını aramayacağız. Bugün daha çok retorik ve diyalektik sanatından ve bunların etkilerinden söz edeceğiz. Söze, az önce bahsi geçen kavramların tanımını vererek başlayalım. Kısaca retorik, inandırma sanatıyken diyalektik, diyalog ve etik kelimelerinin birleşiminden oluşan ahlaki-diyalog anlamına gelmektedir. Şimdi ise bunların temel başlıklarını inceleyerek anlaşılamama sebebimizi görelim.
Retorik, yani bir kişiye bir fikri inandırabilmek için üç yoldan bahseder. Kısaca bunlardan bahsetmek gerekirse:
- Ethos: Hatibin(konuşmacının) karakter nitelikleridir.
Hatibin erdemli biri olması ya da erdemli bir imaj çizmesi konuşmasının inandırıcılığını artırdığı iddia edilir.
- Pathos: Dinleyiciyle duygusal bir bağ kurmak. Kısacası duygularına hitap etmektir.
Dinleyicinin duygularını harekete geçirmekte inandırma aşamasında fayda sağlayacağı söylenir.
- Logos: Göstergeler, olasılıklar ve akıl yürütme ile yapılan teknik bir bilgi aktarımı ile inandırıcılığı artırabileceği söylenir.
Son olarak hatip, düşüncelerini istatiksel bilgiler, akıl yürütmeler ve özellikle örtük tasım gibi teknik bilgiler kullanarak karşı tarafı ikna edilebileceğini söyler.
Özetle, inandırma sanatı, bir gerçeğe değil en iyi ihtimalle gerçeğe benzeyene inandırır. Özellikle pathos ve ethosun etkisi tamamen gerçeklikten uzaklaşmalarını sağlar. Her ne kadar retorik bir sanat ve kendine ait sistemli bir bilgi birikimi olmasına rağmen bir çok insanın bu beceriye doğuştan sahip olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte retorik sanatı sadece mahkemelerde, politik konuşmalarda ya da alım-satım yaparken kullanılmaz. Ayrıca günlük sosyal ilişkilerimizi şekillendirirken de bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde kullanırız. Çünkü ikna edebilmek, çıkarlarımızı zahmetsiz ya da az bir zahmetle gerçekleştirebilen bir güçtür. Bu kabiliyete sahip olan hangi insan bu gücü kullanmak istemez ki? Eğer amaç gerçeklik değilse. Çok soyut konuşuyoruz. Hadi biraz daha görünür kılalım. Çevremizden örneklere bakalım ama burada politik, adli ya da alım-satım da kullanılanlar retorikten bahsetmeyeceğim daha çok sosyal ilişkilerimizde olan örneklere değineceğim. Her kişini etrafında kendilerini sevdiren ve bunu bilinçli yapmadıkları için bunun doğuştan bir kabiliyet olduğunu düşündüğümüz kişiler vardır. Şeytan tüyü vardır deriz. İşte bu kişilerin kendilerini sevdirmeleri pathosun etkisinden kaynaklanır. Karşı tarafın duygularını o ya da bu şekilde harekete geçirerek ya değerli hissettir ya da değersiz hissettirerek değerli hissetmeniz için çaba göstermenizi sağlar. Bu durum ise "Şeytan tüyüne" sahip kişileri önemsememize yol açar. Bu önemseme şekli tamamen bilinçsiz olduğundan dolayı bu durumu, doğal sevgi ya da ilgi olarak nitelendiririz. Ama gerçekten doğal bir sevgi ya da ilgi değildir. Geçici bir varlığını kanıtlama çabasının verdiği heyecandır. Varlığını kanıtlama çabasını, değerli hissetmek için gösterilen çabayla eş tutabiliriz. Başka bir örneğe daha bakalım. Hepimizin etrafında ya da en azından hayatımızın bir döneminde karşımıza çıkan "şiirsel konuşan" insanlar vardır. Bu insanlar da bizi etkiler. Akıcı, kafiyeli ve benzetmeleri olan birçok cümle kullanırlar. Bu da pathosun etkisi açıkça görülebilir. Diyeceksiniz ki, ne var benzetme ya da kafiye kullanıyorsa. Hadi biraz şiir sanatını inceleyelim. Bunu yaparken resim yapma sanatından bahsedelim. Böylece verilmek istenen mesaj daha net bir şekilde anlaşılsın. Keza resim yapma sanatı da tıpkı şiir sanatı gibi bir benzetme sanatıdır. Bir marangoz bir sandalyeyi yaparken kafasında, bir sandalye figürü oluşturarak yapar. Bu figüre biz "gerçek" sandalye diyeceğiz. Marangoz bir sandalyeyi yaparken bu gerçek sandalyeye "benzer" bir ürün ortaya çıkarır. Hiçbir zaman kafasında oluşturduğu gerçek sandalye fikriyle birebir aynısını yapamaz. Doğanın üretim kanunları buna engeldir. O halde bir marangozun yaptığı sandalye gerçeğin, ikinci dereceden benzeri olmuş olur. Şimdi ise ressamın bu marangozun yaptığı sandalyeyi çizdiğini düşünelim. Takdir edeceksiniz ki marangozun yaptığı sandalyeye benzer olacaktır. O halde bir ressamın yaptığı resim, gerçeğin üçüncü dereceden benzeridir. Yukarda şiirin ve ressamlığın birer benzetme sanatı olduğunu söylemiştik. Bu söylediklerimiz şiir içinde geçerli olacağı için şiirler, gerçeğe üçüncü dereceden benzerdir deriz. Buradan da görüldüğü gibi pathosun etkisi bizim gerçekleri görmemizi engeller. Tabi bir de ethosun etkisi var. Fakat yazımı uzatmamak için bu konuya başka bir yazımda değineceğim. Söylediklerimizi toparlayacak olursak, retorik sanatını, anlaşılmak ya da gerçeği bulmak için kullanılamayacağı açıktır. Retorik sanatının sosyal hayatımıza olan olumsuz yönlerine yeterince değindik. Şimdi sırada diyalektiğe bakalım.
Diyalektik, karşılıklı olarak soru-cevap şeklinde ilerler ve insanın doğasında bulunan zayıflıkları ve kelimelerin doğal dezavantajları bir kenara atılır. Amaç gerçeğe ulaşma ve gerçekten anlaşılmak-anlamak olduğundan dolayı genellikle erdemli kişilerin yapabileceği bir iletişim şeklidir. Gerçeğin doğasından dolayı, bu tür zahmetlidir ve uzun süren bir konuşma ve odaklanma gerektirir. Hangimiz bunu yapabiliyor? Hangimiz karşı tarafın nasıl söylediğine, beden diline ya da aslında ne söylemek istediğine odaklanıyor? Hangimiz düşük perdeden, güvensiz ses tonu ve devrik cümleler kuran birini ciddiye alıp gerçekten ne demek istediğini anlamaya çalışıyor? Bu tarz insanların söyledikleri basittir zaten diyoruz ve anladığımızı düşünüyoruz. Tam tersi, iddialı, yüksek perdeden ve güvenli bir ses tonuyla konuşan insanların sözlerini ne kadar tartıyoruz? Burada da ethosun etkisini görüyoruz. İşte insanların doğasının zayıflığı dediğim şey bu. Kelimelerin doğal dezavantajlarından da bahsedelim. Kendimizi anlatırken muhakkak terimlerden ya da kavramlardan bahsetmek zorunda kalırız. "Bir haksızlığa uğradım", "Yaptığın şey yanlıştı", "İyi bir şeyler yapmak istiyorum" "Cesur olmak iyi bir şeydir" vb. basit ve günlük hayatımızda düşüncelerimizi ifade ettiğimiz cümlelerden birkaçı. Şunu unutmayalım: herkesin iyi, kötü, cesur, yanlış, doğru, adalet, sevgi, nefret gibi temel kavramlara verdiği anlam farklılaşabiliyor. Hal böyle olunca, kavramlara verilen anlamları bilmeden karşı tarafın ne düşündüğünü de bilmemiz olanaksızdır. Eğer karşı tarafın kavramlara verdiği anlamları bilmezsek, kendi verdiğimiz anlamlarla nitelendiririz ve yanlışmış oluruz. İşte bu da kelimelerin doğal dezavantajıdır diyorum. Diyalektikte bu iki olumsuz durumun olmaması gerekir. Böylece insanlar, diyalektikle birlikte gerçekliğe ve anlaşılmaya daha olumlu bir açıdan yaklaşırlar. Fakat yukarda da yinelediğim gibi, diyalektik yapmak hem zahmetli hem de bazı erdemler gerektirir.
Özetle, anlaşılamamanın daha birçok sebebi vardır. Bu yazımda sadece önemli bir parçasını incelemiştik olduk. Sizlere ikna edildiğimiz ya da ettiğimiz yollardan özetle bahsetmiş oldum. Bununla birlikte gerçekten anlaşılabilmek ya da anlamak ya da gerçeğe daha olumlu bir açıdan yaklaşabilmek için diyalektiği kullanmamız gerektiğinden bahsetmiş oldum.
Yorumlar
Yorum Gönder