Bahar iyiden iyiye gelirken, umutlarımızın besin kaynağı olan yeşil bir manzaraya hazırlanıyoruz. İnsan baharda daha bir enerjik daha bir melankoliden uzaklaşıyor. Baharda mutluluk hormonlarının daha fazla salgılandığı bilimsel bir gerçek olmuşken, bu gençliği temsil eden mevsimde mutluluğumuza balta vuran birkaç umutsuzluk kaynağımızdan bahsedeceğim. Bahsedeceğim bahsetmesine de hep kulağa hoş gelmeyen konular üzerinde yazdığımı farkettim. Her ne kadar hoş olmayan şeyler hoş olan şeylerin oluşmasına bir engel olmasına sebep olsa da, onları iyi tanımamız, hoş olan durumların önünü açma noktasında katkı sağlayacağı fikri, mantıklı geliyor, fakat bazen düşünüyorum; insan her ne kadar kötü olan şeyler üzerine onları tanımak için düşünse de, olumsuz şeyler düşünmek insanın yaşama sevincini düşürüyor. Öyle ya aslında kötülüğün var olma sebebi gerçekten de iyiliğin yokluğundan kaynaklanır. Öyleyse insanın aklına, durum böyleyken neden iyi şeyleri artırmak dururken, kötü şeyleri azaltmaya çalışıyoruz ki, sorusu geliyor. Düşünsenize, şiddetli geçimsizlik yaşayan bir çiftin bu durumdan kurtulmak için geçimsizliğin ne olduğunu anlamaya çalışması mı daha doğru, yoksa nasıl daha iyi geçinebilir diye düşünmesi mi. Yani demek istediğim şu iki sorudan hangisi, insanın hayatını daha iyi yapar: neden geçinemiyoruz mu yoksa nasıl iyi geçinebiliriz mi? İkincisi olduğu konusunda hem fikir olduğumuzu varsayarsak, neden sorusundan ziyade, nasıl sorusu insanın yaşama sevincini artırma niteliği olduğunu görüyoruz. İtiraz edilecek tek bir nokta vardır. Nasıl sorusuna yanıt arayan birinin bir noktada neden sorusuna verilen bir cevaba bağlı olmasıdır. Aynı örneği baz alırsak, nasıl iyi geçinebiliriz, sorusunun yanıtı aslında insanın doğasını anlamak ile verilebilecek bir yanıttır. Bu durum ise insanı neden sorusuna yöneltir. Diyelim ki bu soruya cevap olarak; beraber sinemaya gidersek, iyi geçinmemize katkı sağlayabilir, olsun. Peki bunun doğru olup olmadığını nasıl test edeceğiz? Gerçekten de sinemaya gitmek iyi geçinmenin bir etkeni midir? Elbette bu soruların yanıtını "insan neden partneriyle sinemaya gitmesi iyi geçinme sebebidir?" gibi sorgulayıcı sorulara verdiği zaman... Aksi halde nasıl iyi geçinebiliriz sorusuna verilen cevaplar, havada kalacaktır. Anlaşılıyor ki, nasıl sorusuna doğru cevap verebilmenin tek yolu neden sorusuna tutarlı bir yanıt verebilmeden geçiyor. Bu da kaçınılmaz bir şekilde, iyi ve kötü şeyleri tanımak demektir. Ee şimdi hem diyorsun ki nasıl sorusu, yaşama sevincini daha fazla artırır hem de diyorsun ki neden sorusu sorulmadan nasıl sorusu cevaplanamaz. Bir çıkmaza soktun bizi, şimdi kurtar bakalım.
Şimdi gelelim asıl konumuza, tarih boyunca filozofların, bilim adamlarının ve diğer iddia sahiplerinin hep 4 seçenek arasında gidip geldiğini görüyoruz. Bu 4 seçenek şunlardır: A fikri vardır ve kaçınılmaz bir şekilde bunun zıttı olarak B fikri doğar, bunların yanı sıra hem bu iki fikri uzlaştırmaya çalışan veyahut bu iki fikri tamamıyla reddeden iki taraf daha vardır. Örnek verecek olursak, özgür iradenin var olduğunu savunanlar vardır. Bunun zıttı olarak insanın özgür iradesinin olmadığını her şeyin belirli bir neden-sonuca göre belirlendiğini söyleyen bir düşünce sistemi vardır. Bu ikisi arasında tercih yapmak istemeyen ya da mantıklı bulmayan filozoflar, ya ikisini uzlaştırmaya çalışarak, insan hem özgür iradeye sahiptir hem de neden-sonuca bağlı determinizmin etkisi altında olduğunu savunur ya da bu ikisini reddederek bunların anlamsızlığını kanıtlamaya çalışır. Başka bir örneğe bakacak olursak, kapitalizm fikri, insanın özgür bir şekilde mal-mülk edinebileceğini ve bunun sonucu insanların sınıflara ayrılabileceğini söylerken, komünizm sınıf ayrımlarını kaldıran ve herkesin eşit olduğunu savunan bir fikri öngörür. Bu iki fikir hakkında taraf tutmak istemeyenler, ya bu ikisinin karma bir modelini oluşturur ya da bu ikisini reddederek anarşizm ya da nihilizm olarak adlandırdığımız düşünceleri savunur. Şimdi bu 4 seçeneğin ne olduğunu daha iyi kavradığımıza göre, konumuza geri dönelim. İlk paragrafta bizi çıkmaza sokan durum, tam olarak iki zıt görüşün avantajları ve dezavantajlarıydı. Ve bir şekilde bir tercih yapılması gerekiyordu. Neden sorusunun bize sağladığı bilgelik mi yoksa nasıl sorusunun bize sağladığı yaşam sevinci mi. Hangi tarafı seçecektik? Hangisi doğru olandı? İnsan genelde birbirleriyle çelişkili olan bir durum olduğu zaman iki tarafı da seçmek istemeyecektir. Çünkü insan çelişkili şeylerden hoşlanmaz. O halde bizimde seçeceğimiz seçenek bu iki seçeneği uzlaştırmak olacaktır. Neden sorusunun bize sağladığı avantajları maximize edip, dezavantajlarını minimize etmemiz daha iyi bir seçenek olacaktır. Aynı şekilde, nasıl sorusu için de geçerlidir. O halde gelin, neden ve nasıl sorularının etkilerini detaylı bir şekilde inceleyelim.
Neden sorusu genelde şüpheyi vurgularken-bilim ve merakın getirdiği sorularını kastetmiyorum. Çünkü bu soruları hayatımıza direkt olarak şekil vermek için sormayız-, nasıl sorusu ise inancı vurgular. Örnek verelim, neden daha iyi bir mühendis olmalıyım ya da neden daha iyi bir eş olmalıyım, soruları şüpheden sorulur. Ve bu sorular insanın yaşam sevincine olumlu anlamda katkı sağlamaz. Aksine insanın enerjisini düşürür, hareket kabiliyetini azaltır. Dozajı biraz artırırsak, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hayal edinsenize, sürekli olarak yaptığınız her davranışa neden sorusunu soran birisiniz. Neden konuştum? Neden bu kelimeyi söyledim? Neden korktum? Neden sevdim? vs vs... Nasıl bir hayatınız olurdu? Elbette hareketsiz ve motivasyonsuz. Fakat neden sorusu sorulmadan da hayatımızı anlamlandıramayacağımız da bir gerçektir. İnsan neden çalıştığına cevap olarak şunları söyleyebilir: evime ekmek götürmek zorundayım, bir araba almak istiyorum veya saygınlık kazanmak için çalışmak zorundayım ve buna benzer şeylerdir. Bu cevapları vermek insanın hayatını anlamlandırmaz. Evet neden istediğini bilir ama istediği şeylerin arka planında yatan içgüdüsel gücü bilmezler. Bu güçleri bilebilmek için neden sorularını artırmamız yani daha fazla şüphe etmemiz gereklidir. Bilgelik için neden sorusu kaçınılmazdır. O halde neden sorusunu bir nebze de olsa psikolojik olarak etkisini anlamış, avantajları ve dezavantajlarını görmüş olduk. Biraz da dilerseniz nasıl sorusunun psikolojik etkisine bakalım. Hayatımızda kullandığımız nasıl sorularına bakalım. Nasıl bu işi daha iyi yapabilirim, nasıl eve daha çok ekmek götürebilirim, nasıl daha fazla bilgiye ulaşabilirim, nasıl falanca düşmanı alt edebilirim vs vs... Görülüyor ki, nasıl sorusu artık bir icra sorusudur. Harekete geçiren bir sorudur. Hareket ise insana canlılık katar. Nasıl sorusu, bir inancın yerine getirilme biçimini ifade eder. Bir şeye karşı nasıl sorusunu ne kadar çok sorar, cevaplar ve uygularsak, o kadar inancımız artar. İnançlı insan ise yaşama sevinci yüksek insandır. Burada inancı sadece dinle alakalı bir kavram olarak kullanmıyorum. Eşiyle iyi geçinmesi gerektiğine inanan birisi, eşiyle iyi geçinmesi için gereken yolları araştırması, inançlı olduğunu gösterir. Fakat nasıl sorusunun dezavantajı ise, neden sorusunun doğru yanıtlanmadığı ya da eksik yanıtlandığı durumlarda ortaya çıkar. Biraz da motorlardan örnek verelim; eğer termodinamiğin 2. yasasına hakim değilsen motorun verimliliğini nasıl artıracağını bilemezsin ya da ortaya attığın argümanlar hep faydasız olacaktır. Termodinamiğin 2. yasası bir doğal yasadır ve neden sorusu sorularak bulunmuştur. Buradan çıkaracağımız ders, nasıl soruların faydalı olabilmesi için neden sorularının doğru yanıtlanması gerekmesidir. Toparlayacak olursak, neden ve nasıl soruları birbiriyle işbirliği içerisinde olması gereken ve doğru ölçekte kullanılması gereken iki araçtır. Peki neye araç? İnsanın yaşamasına en elverişli şartları sağlamak amacına ulaşmak için bir araç. O halde bu araçların birini seçmek yerine neden ikisini uzlaşmamız gerektiğini anladığımızı varsayıyorum. Şimdiki soru ise nasıl bir uzlaştırma yapacağız. Neye göre ölçeklendireceğiz. Bu sorular gerçekten zor sorular olduğu için uzun uzadıya tartışılması gerekir. Bu yazımın içeriğini daha fazla uzatmamak için bu uzlaştırmayı başka bir yazımda yapacağım inşallah.
Yazımın başında bahardan, umuttan ve umutsuzluktan bahsettim. Konu nereye geldi. Nasıl bağlayacağım bunları. Elbette yazarken başka şeyler düşündüğüm için farklı yere evrilmedi. Aslında yazımın başında bahsetmiş olduğum, bu bahar döneminde bazı umutsuzluk kaynaklarından bahsedeceğimi söylerken, yazımın çoğunu oluşturan bu ikilemin, umutsuzluk kaynağı olduğunu vurguluyorum. Bu konunun ana teması aslında, iki fikri uzlaştırıp, ortaya faydalı bir fikir çıkartmak değildi. Bu sadece bir alt başlıktı. Yazılanların asıl teması, insanların çoğunun bir taraf tutma güdüsü olduğunu anlatmaktı. Bu taraf tutma güdüsü insanı umutsuzluğa ve yaşama sevincini azaltmaya yöneltiyordu. A partisi, B partisi veya A takımı, B takımı veya A ideolojisi B ideolojisi hep bir taraf tutma eğilimindeyiz. Narsistliğimizi bulabildiğimiz nesnelere aktarmaktan kurtulamıyoruz. Bu umutsuzluğumuzun artmasına ve baharın etkisini yitirmemize sebep oluyor. Nitekim taraf tutma eğilimlerimize son verip, uzlaşmacı bir kişiliğe sahip olursak, baharın etkisini, doğayla özdeşleşmeyi ve yaşama olan bağlılığımızı artmasına yol açacağını söylemek istiyorum ve yazımı sonlandırmak istiyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder