İnsanoğlu yeryüzünde varlığını sürdürdüğünden beri bu iki kavram arasındaki ilişkinin yanlış anlaşılmasından kaynaklı birçok olumsuz durum oluşmuştur. İnsanoğlunun tarihi boyunca güçlü olanlar gücü yettiği kadarıyla imkanlara sahip olma hakkını elinde bulundurduğuna inandığı için genellikle güçsüz olanların haklarını da kendilerine hak olarak görmüşlerdir. Bu durum, köleliğin ortaya çıkmasından tutun da, tiranlık, monarşinin ve aristokrasi gibi belli kişilerin toplumu yöneten bir sistemle devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde de gücün hak sağladığına inanan birçok insan vardır. Ahlaki olarak bu durum, düşüncesel düzeyde ve sözlü iletişimde ret edilse de yaşayış olarak bu inancın etkisini sürekli gözlemler ve tecrübe ederiz. Bugünkü yazımda da güç, hak sağlar mı? Güç ve hak kavramları nedir? Gibi soruları inceleyeceğim. Elbette sorulması gereken daha zor bir soruyu ise ilerleyen yazılarıma bırakacağım. Doğanın, insanoğluna vermiş olduğu içgüdüler gerçekten de savaşa ve huzursuzluğa yol açmasına neden olabilir mi? Çünkü güç istenci ve güce gösterilen saygı, nefsimizi güvenlik amacına yönelten bir eğilimdir. Bu eğilim ise doğada bulunan birçok canlıda görülebilir. O yüzden doğanın bize vermiş olduğu güvenlik ihtiyacından dolayı bazen boyun eğmek zorunda kalırız bazen de hükmetmek isteriz. İlk durum da zorunda kalırız dememin sebebi, boyun eğmek, istenecek değil zorla tercih edilesi bir durum iken, ikinci durumda ise güvenlik ihtiyacımızı karşılamada hükmetmek, arzu ettiğimiz bir eğilim olacaktır. Öncelikle boyun eğmenin, doğal bir eğilim olmadığını J.J.Rousseau'nun vermiş olduğu örnekle kanıtlayalım. Issız bir ormanın köşesinde karşıma ansızın bir haydut çıkıverse, ona altın kesemi yalnız zorlandığım için mi vermeliyim yoksa -kesemi kurtaracak durumda olsam- vicdan gereği vermem gerekir mi yine de? Haydutun silahı da bir güçtür nihayetinde. Öyleyse kabul edelim ki, güç, hak yaratmaz ve hiçbir insanın, benzeri üzerinde doğal bir yetkisi yoktur ve boğun eğme zorunluluktan ötürüdür. O halde insanlar arasındaki her çeşit haklı yetkenin temeli olarak, kala kala sözleşmeler kalıyor. Bir insanın hayatını idame ettirebilmesi için, doğanın kendisine vermiş olduğu özgürlük hakkını efendisine satabilir. Bu bir sözleşme örneğidir. Fakat ne var ki böyle bir sözleşme boş ve anlamsız bir sözleşmedir çünkü, bir taraftan efendinin kölesi üzerinde mutlak bir yetke öte yandan sınırsız bir boyun eğme koşulu koşmak tutarsızlıktır. Kendisinden her şeyi isteme hakkımız olan bir kimseye karşı kendisine karşı hiçbir borç yüklenmiş olmayacağımız açık değil midir? Tek başına bu koşul bu sözleşmenin karşılıklı olmadığını gösterir. Varı yoğu benim olan kölemin bana karşı ne gibi bir hak ileri sürebilir?. Bu sözleşmeler konusu temelde anlaşıldığını varsayarsak, burada önemli olanın haklı sözleşmelerin araştırılması gerektiği de açıktır. Tekrardan gücün hak yaratıp yaratmadığını araştıralım, çünkü bu konu az buz önemli bir konu değildir.
Gücün hak yaratmadığını gösterdiğimize göre, biraz da hak ve güç kavramlarını inceleyelim. Gücü, bir şeyleri değiştirebilme yetisi olarak tanımlarsak, ne kadar çok şey değiştiren o kadar güçlü olacağını çıkartmış oluruz. Bir ülkenin başbakanı bir sözüyle, milyonlarca insanın hayatlarında değişiklik yaparken bir aile babasının bir sözü, sadece birkaç insanın hayatını değiştirebilir. Bakıldığında başbakanın daha güçlü olduğu söylenebilir. Bu sadece maddi olarak değil manevi olarak da böyledir. Burada iyi ve kötü değişikleri hesaba katılmaksızın, bir insanın hem maddi hem de manevi olarak değişiklikler olduğunu ve ne kadar çok değişikliğe sebep olursa insanın o kadar güçlü olduğunu söylüyorum. Elbette bu tek başına bize anlamlı bir tanımlama olmayacaktır fakat iyi-kötü, haklı-haksız kavramlarını tanımladıktan sonra pekala iş görür bir vaziyet alacaktır. Ama bu yazımın konusu bu kavramları tanımak olmayacaktır. Her ne kadar insanoğlunun hayatında önemli bir yer tutsa da bu kavramlar, gerçekte toplumun çoğunluğu olarak hep salt güç tanımının etkisi ve güvenlik ihtiyacımızın eğilimleri daha baskın olmuştur. Son bir örnek vererek gücün hak doğurmaması gerektiğini daha iyi anlayalım: etkili bir konuşmacı, dinleyiciler üzerinde gerekli duyguları harekete geçirerek insanları, birbirine düşürecek, bozgunculuk yapacak, satılmaması gereken ürünü satacak ya da birilerinin doğal haklarını gasp edecek etkiyi oluşturabilir. Bu konuşmacının etkili hitabeti sayesinde, bir çok şey değişiklik gösterecektir. Bunun sonucunda da değişiklik kadar güç sahibi olacaktır. Bu gücü elinde bulunduran konuşmacı, iyi-kötü amaçları gözetmeksizin bazı şeylere sahip olmak hakkının olacağını düşünecektir. Çoğu zaman, konuşmacı ne bu gücün farkındadır ne de amacının iyi-kötü, haklı-haksız olarak değerlendirme zahmetine girer. Konuşmacının bakış açısıyla bakıldığında, çoğu zaman güvenlik ihtiyacını giderecek bir toplumsal saygınlık eğilimi ve hükmetme arzusudur. Bu da başkalarının haklarına sahip olma bakımından haklı bir amaç sayılamaz. O halde, bir kişinin etkili konuşma yapabilmesi, bu gücün ona saygınlık kazandırması ya da elde edeceği bazı avantajları hak ettiğini düşünemeyiz. Böylece gücün, hakkı doğurmadığını göstermiş olduk.
Her ne kadar güç, hak doğurmasa da insanoğlunun güce olan eğilimi, iyi-kötü, haklı-haksız kavramlarını gözardı etmesine yol açar. Bunu günümüzde birçok alanda görmek mümkündür. Platon'un Gorgias diyaloğunda dediği gibi etkili bir konuşmacı, hekime ve beden eğitimi eğitmenini yönetebilir. Çünkü iyi konuşabilmek, haklı-haksız farketmeksizin diğer güçlerden daha çok şeyi değiştirir. Bu yüzden de günümüz Türkiyesine veyahut diğer eğitimsiz ülkelere bakıldığında haklı-haksız farketmeksizin etkili konuşan insanlar, diğer güç sahiplerine oranla daha fazla imkana ve daha fazla saygınlığı elde etmiş olduğunu görüyoruz. Eee bende şu soruyu kendime sormadan edemeyeceğim, gerçekte nasıl olur da etkili bir konuşmacı, etkili bir hekimden daha güçlü olabilir? Eğer gerçekte nefsin güvenliği söz konusuysa etkili bir hekimin ve beden eğitimcisinin etkili bir konuşmacıya tercih edilmesi beklenir. Ama insanoğlu sadece güvenliği, vücut sağlığıyla değil, vücut sağlığını hastalıklardan ve açlıktan kaçınarak da elde edebileceğini düşündüğü için bir konuşmacının, dinleyicilere sundukları, bir gün daha güçlü olabileceklerine olan inancını cezp edici argümanlar sunarak, dinleyicileri, bir hekime göre daha fazla etkilemiş olur. Gerçekte, bir hastalık veya açlık anında insana en iyi gelecek şeyi, konuşmacıdan ziyade bir hekim bilebilir. O halde buradan çıkarılacak sonuç kanaatimce şudur; güçlü insanların, güçsüz insanlara karşı bir gün güçlü olabileceklerini inandırmaktan başka bir yolu yoktur. Çünkü bunu yapmazlarsa, güçlü insanlar, güçlü kalamazlar. Çünkü insanları yöneten güçlü insanlar, gücünü yönettiği insanlardan alır ve eğer insanlar güvenliklerini sağlayamayacaklarını ya da bir gün güç sahibi olacaklarına dair inançlarını kaybederlerse, o zaman güçlü insanın elindeki gücü almış olur. Bunun örneğini tarihte sıklıkla rastlanır (ayaklanmalar, isyanlar). Bir başka çıkartılacak sonuç ise şudur: madem nefs güvenliği için güçlüye saygı gösterilmesi gerekir, o halde bir hekimin bir konuşmacıdan daha güçlü olması gerekir. Çünkü amaç güvenlikse, bir hekim ve beden eğitimcinin sağlığımız üzerinde bir konuşmacıya göre daha büyük bir etkisi olacaktır. Fakat insanlık tarihi boyunca tam tersi durum olmuştur. O halde ilk paragrafta sormuş olduğum sorunun da cevabını vermiş olduk, doğanın bize vermiş olduğu içgüdüler, bozgunculuğa ve savaşlara neden olmaz. Bunlara sebep olan başka dürtümüz olduğunu çıkartabiliriz. Bu dürtünün ne olduğu ise başka yazılara bırakarak yazımı bitirmek istiyorum. Bütün bu yazılanlar bize aslında, bu sağlıksız toplumun suçlusunun, sadece güçlü insanların değil bir gün güce sahip olabileceklerine inanma ihtiyacı olan güçsüz insanların da olmasıdır. Sonuç olarak, sağlıklı bir toplum ve birey yetiştirmek istiyorsak, gücün tek başına hak doğurmaması gerektiğini idrak edebilmeli, insan olmanın gerektiği gibi iyi-kötü, haklı-haksız ayrımlarının da yapılması gerektiğini görüyoruz. Ayrıca, gücün ne olup ne olmadığı, iyi-kötü, haklı-haksızın ne olup olmadığı, hangi güce boyun eğmek gerektiği ve hangi gücün hükmetme sorumluluğu olduğunu da idrak edebilmemiz gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder