İçten Gelen Hiçten Gelen

 Ne zaman Allah dostlarıyla ilgili bir müsiki dinlesem, bir şiirini okusam ya da onları hatırlatacak herhangi bir şeyle karşılaşsam, işte o zaman kendime şunu diyorum: "ya Berat ait olduğun yer orası, sevdiğin insanlar bunlar, senin gerçek ailen bu kişiler hala bu kadar arayış niye?". Her gün dünyanın ne kadar sahte olduğunu, acılarımın-sevinçlerimin gelip geçici olduğunu görüyorum. Son zamanlarda da dikkatimi en çok bu olay çekiyor. Her gün bin bir türlü duygu var içimde sevinci-üzüntüsü, endişesi-rahatlığı... Bana bir ilizyonun, rüyanın içerisindeymişim gibi hissettiriyor. Gerçekmiş gibi gelmiyor bana. Yükmüş gibi. Koca bir hiç yükü. Felsefe de böyle bir düşünce sistemi yoktur. Mantığı da yoktur bu işin işte. Sanki gerçek duyguları, gerçek hisleri sadece Allah dostları hissediyormuş gibi geliyor bana. Ben onların hissettikleri gerçek duyguları istiyorum. Ama bunun için hiçbir şey yapamıyorum. Diyorlar ki, bu duyguyu hissetmen için zaten hiçbir şey yapmana gerek yok! Ama bu nece bir cümledir ki. Söylenenlerin arasında duyduğum en zor şey. Hiçbir şey yapmamak. Kabullenmek, teslim olmak. Bazen bu kavramlar üzerinde düşünüyorum. Ne demek kabullenmek? Ne demek teslim olmak? Bir caddede kaza yapan köpeğin artık o caddeye korkusundan adımını atmaması gibi kendimizi, bir kalıba sığdırarak MI teslim olacağız yoksa her duruma özel bir teslimiyet mi geliştireceğiz. Nedir bu teslimiyetin sırrı? Sakin olmak, yavaş hareket etmek, rahat davranmak, insanların aa bak ne kadar erdemli çok konuşmuyor dedirtecek türden bir sessizlik içerisine gömülmek midir, teslim olmak. Kimine bakıyorum, mücadelenin tam göbeğinde, kimine bakıyorum tam bir suküt hali... İkisi de teslim. Nasıl olacak bu? Kafamıza belli bir kalıp çizmeden nasıl teslim olacağız? Yoksa köpeğin yaptığı gibi koşullanıp mı davranmalı? İşin özeti odur ki hiçbir şeyi bilmiyorum. İşin kötü tarafı, hiçbir şeyi bilmediğimin idrakıyla da yaşayamıyorum. İşin iyi tarafı, bunların farkında olman diyenler olacaktır. Bu işin benlik tarafıdır diyorum bense. Bu işin iyi bir tarafı varsa o da, Allah, bu şekilde kendini bana hatırlatma şerefini bahşediyor oluşudur. Yoksa bizdeki akıl kendimizi farkettirmeye yetecek güce sahip midir ki? Onlarca düşünen, filozoflar var. Hepsi de hayatlarını düşünerek geçiriyor. Benden daha iyi düşündükleri de aşikar ama onlar hiç Allah'ı hatırlamıyorlar ki. O halde bu farkındalık benden değil, Rabbim'dendir. Yazdıkça konu konuyu açıyor. Sanki içimi dökmüyor da bir şeyler ispat ediyor gibiyim. Yine kendi kendimle 0'dayım. Komik olan ne biliyor musunuz? Bunu farketmeme rağmen bu yazıyı paylaşacak olmam. Siz buna samimiyet dersiniz, bir başkası sahtekarlık... Benim hissettiğim ise en çok pişmanlık... 

Yorumlar