Bazı erdemler vardır. Bize atalardan miras. Bazı erdemler vardır. Çoğunlukla övülen ama tercih edilmeyen... İşte bu sadece edilgen taraflarca övülen erdemler, neden övüldüğü unutulmuş artık alışkanlık olarak övülür olmuştur. Edilgen derken, mesela, alçak gönüllülüğün iyi bir şey olduğunu söyleyenler, alçak gönüllü olanlar mıdır, yoksa alçak gönüllü davranılan kişiler midir? Alçakgönüllüğü övenler alçakgönüllü davranılan kişilerdir ve nesillere böyle aktarılmıştır. Ve aktarılırken neden övüldüğü unutulmuş sadece alışkanlık olarak kalmıştır. Çelişki buradan başlıyor işte. Övülen bir şey tercih edilen bir şey olması gerekir. Öyle ya zenginliği öven birinin zengin olmak istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Eğer övülen bir şey tercih edilmiyorsa, o şeyi övenin edilgen olması ve fayda görülmesi beklenir. Mesela bir ülke düşünün ki, yasalara uyanlar üzerinden, yasalara uymayanların faydalanıp zengin olan yada güç kazanan bir yasa düzeni olsun. Bu yasa düzenini en çok öven ve en çok yasalara uymayan taraf hangi taraf olacaktır? Halk mı yoksa güçlüler mi? Cevap açıktır. Tıpkı verdiğim örnekte olduğu gibi bazı erdemlerde sağladığı faydalardan dolayı, bundan fayda gören insanlar tarafından övülmüştür. Peki ya alçak gönüllü olmak da bu kategoriye girer mi? Hep beraber inceleyelim. Hem salt bir şekilde düşünelim, hem de islamın bizde olmasını istediği alçakgönüllü erdeminin ne olup olmadığına karar verelim.
Alçak gönüllüğün genel kabul görmüş tanımını vererek işe koyulalım. Alçak gönüllülük, kendini başkalarından üstün görmemek olduğunu varsayalım. Eğer bu tanım doğruysa kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü olamaz. O halde herkesin aynı zamanda hem yönetici, hem mühendis, hem ırgat olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu öyle bir kabul ki, yaradılışı ve doğanın insanlara verdiği bu eşitsizliği reddetmek gerekir. Herkesin fıtratı gereği bazı konularda diğerlerinden üstün olduğunu göremeyecek kadar gözlerimizi kapatan, kendimize karşı kendimizi dolduran ve böylece kendimize karşı nefret duygusuna sebep olan şey nedir? Şu an ki toplumda bir yöneticinin, yönettiği insanlara karşı alçak gönüllü olduğunu gördünüz mü? Görseydiniz ne demek istediğimi anlardınız. Bizim anladığımız anlamda alçakgönüllü olan bir yöneticinin olduğu yerde düzensizlik kaçınılmazdır. Çünkü yönettiği insanlardan daha üstün bir yönetme kabiliyeti olduğu için o makamdadır(likayatın gözeltildiğini varsayalım). Nasıl olurda yönettiği insanlara karşı kendini üstün görmez. Bu bariz bir düzensizliğe yol açmaz mı. Yönetilenler arasında sürekli olarak şikayet ve iş görememe durumu baş göstermez mi. Aranızda alçak gönüllü olmaya çalışıp, yönetici olanlar vardır mutlaka. Onlar ne dediğimi daha iyi anlayacaklardır. Biz fazla uzatmadan yolumuza dönelim. Başlıca itirazlar "insanın tek başına hiçbir gücü yoktur.","Herşey Allah'ın sayesinde olmuştur ve bunun için kendi başımıza bir üstünlüğümüz yoktur." "Kontrol edemediğimiz milyarca parametrenin var olması, kendi gücümüzün ne kadar küçük olduğunu göstermiyor mu?" tarzı düşüncelerdir. İnsanoğlunun neler başarabileceğini göremeyecek kadar gözlerinizi kapatan şey, anlaşılmamış dini öğretiler midir. Yoksa alçak gönüllü olmazsak, toplum tarafından eleştirilme veya ilgisizlikle karşı karşıya kalma korkusu mu duyuyorsunuz. Sende biliyorsun kardeşim; doğanın sana vermiş olduğu bazı kabiliyetler sayesinde bazılarından üstünsün. Bir işi bazı kişilerden daha iyi yapıyorsun. Bunu reddedebilmek, gerçekten de gözlerini, kulaklarını hatta aklını kapatmayı gerektirir. Gerçi aynı otorite, aklın ve algı organlarının ötesine geçmeyi de olumluyor. Olumlaması da lazım. Çünkü aklı ve algı organlarını devreden çıkarmadıkça alçak gönüllü olmanın olanaksız olduğunun farkındalardır da ondan. Abicim ben bir işi yapabiliyorsam ve bu işi birçoklarından ya da çevredeki kişilerden daha iyi yapabiliyorsam, bunu neden böyle değilmiş gibi davranmalıyım ki. Hepimiz arz-talep ilişkisini biliriz. Bir şeyin arzı az ve talebi çoksa, o şeyin değeri artar. Bu herkesce kabul görmüş bir gerçektir. Bir işi iyi yaptığın için diğerlerinin önüne geçmek, sana olan talebi artırır ve senden az bulunduğu için de, arzın az değil midir. O halde senin işini iyi yaptığın için değer görmen, üstün kabul edilmen neden rahatsızlık oluştursun ki? Rahatsızlık diyorum çünkü alçak gönüllü olmaya çalışan insanların sık sık karşılaştığı bir durumdur. Falanca kişi, şu işi iyi yapıyorum yada birisi ona şu işi iyi yapıyorsun dediğinde içinde duyduğu rahatsızlığın sebebi, anlaşılamamış olan bu erdemlerdir. Oysa bu sanılanın aksine, gerçeği reddetmekten başka bir şey değildir. Bir işi iyi yapıyorsan ve bu yüzden övülüyorsan, neden rahatsızlık hissediyorsun kardeşim?Neden gerçekleri gözardı ediyorsun. Bu kabiliyetlerini körertmesine sebep olacağını göremiyor musun? Allah'ın sana verdiği bu kabiliyeti en iyi şekilde ortaya çıkartman gerekmiyor mu senin? Nedir bu övgüden aşırı derecede çekinmen. Alçakgönüllüğü olumlayanlar gerçeği reddetmek mi istiyorlar. Evet, evet tam olarak bunu yapmaya çalışıyorlar. Zaten yukarıda da bahsettiğim gibi gerçekleri reddetmek, aklı ve algı organlarını reddetmektir. Alçak gönüllü olmak, insana canlılık katmaz, hareket sağlamaz. Tam tersine durgunlaştırır insanı. Çünkü kendine karşı bir olumsuzlama peşindedir. Kendine karşı sürekli bir telkinde bulunma hali ve dolayısıyla ileri boyutlarında gizli bir nefrete ulaşır. Sonra ne mi olur. Sonrasını öngörmek basittir. Alçak gönüllüğünü sürdüren insanlar, hayata karşı dolayısıyla kendisine karşı gizli bir nefret ve hınçla dolar. Yaşamı yadsıyan şeyleri olumlamaya başlar. Kendini bu dünyaya ait hissetmeme dolayısıyla kendini başka bir yerde hayal etme durumu peyda olur. Sorsan, yaşamın geçiciliğinden ve dünyanın yalan, ahiretin gerçek olduğunu söylerler. Fakat bu söyledikleri de gerçektir. Bu inananlar için yadsınmayacak bir gerçektir. Fakat bunları söylerken, içinde bulunduğu psikoloji sağlıklı bir psikoloji değildir. Sadece içinde yaşadığı çıkmazı aklına uydurarak, tepki verme halidir. İşte böyle sevgili kardeşlerim. Anlaşılmamış alçak gönüllüğün sebep olduğu bu depresif hal iyi bir şey değildir. Biraz da, Kur-an'ı Kerimde ve hadisler ışığında alçakgönüllü olmanın nasıl bir şey olduğunu ve nasıl bir şey olmadığını görelim.
Rahmân’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürürler; kendini bilmez kimseler onlara laf attığında incitmeksizin “Selâmetle!” derler, geçerler. (Furkan / 63. Ayet). Bu ayette kendini bilmez kimselerin tevazunun ve vakarın zıttı olarak gösterilmiş. O halde kendini bilmek, tevazunun ve vakarın diğer bir tanımıdır. Benim savunduğum şey de tam olarak bu! Ne kendini olduğundan yüksek gör, "ne de olduğundan düşük"!
Başka bir ayette Allah Teâlâ, kendini beğenenleri ve büyüklük taslayanları sevmediğini açıklamış (Nahl sûresi, 23). Kendini beğenmek psikolojik dilde narsist kişilik olarak değerlendirir ve bunun uzantısı olarak kişinin kendisini diğerlerinden üstün gördüğünü söyler. Oysa benim iddiam ayete ve psikolojik literatüre oldukça paralel bir düşüncede ilerler. Bir insanın bir işi diğerinden iyi yapması, onun kendisini beğenmesine bir sebep değildir. Ya da herhangi bir şeyde olduğundan daha büyükmüş gibi göstermek de benim iddialarım arasında değil. Ben herşeyi olması gerektiği gibi büyüklük, küçüklük bakımından gerçeğe uygun bir biçimde davranılması gerektiği kanaatindeyim. Peki kime göre neye göre küçük-büyük? Burada kıyasladığımız standart yine gerçeğe uygun olmalıdır. Yaptığımız bir işi ütopik bir fikirle kıyaslarsak, yaptığımız işi hep küçültmüş olacakken, en vahim halde bulunan ile kıyasladığımızda, yaptığımız işi hep büyütmüş olacağız. İşte tam olarak bu nokta önemlidir. Kıyasladığımız standartı belirlerken, gerçeğe en yakın olduğunu düşündüğüm parametreyle yapmalıyız. Dünya üzerinde milyonlarca öğretmen vardır. Bunlar arasında çok iyiler ve çok kötüler vardır. Fakat Sivas'ta bulunan bir öğretmeni global olarak en iyisiyle ya da en kötüsüyle kıyaslamak, gerçeğe dahası yaşadığımız çevre koşullarının gerçeklerine aykırıdır. O halde kendimizi kıyaslayacağımız ilk gerçeğe yakın olan parametre, yakın çevremiz ve bu çevremizin koşullarıdır. Kendimizi tanıyabileceğimiz ve değerlendirebileceğimiz en iyi standart çevremizin koşullarıdır. Sivas'ın bir ilçesinde 5 öğretmen arasından 1 müdür seçileceği zaman, öğretmenleri global ölçekteki iyi öğretmenlerle kıyaslayamayız. Kıyaslarsak, hiçbir öğretmen seçilemeyecektir. Çünkü hepsi vasat sonucunu verecektir. Bizde kendi kabiliyetlerimizi ve yetkinliklerimizi değerlendirmeye alırken, yakın çevremizin koşullarını göz önünde bulundurarak değerlendirmeliyiz. Diğer aşırı uç örneklerle kıyasladığımızda, birçok psikolojik rahatsızlığa kapı aralamış oluruz. Ya kendimizi çok iyi olduğumuzu düşünürüz ya da çok kötü olduğumuzu. Bunun sonucu olarak, ya kibirli bir vatandaş oluruz ya da depresif biri. Burada bana, "eğer Sivastaki bir öğretmen avrupalı bir öğretmenle yan yana geldiğinde, sivaslı öğretmen kendisini sürekli iyi olarak gördüğü için avrupalı öğretmenle kendisini ya eşit ya da üstün görme eğilimi olacaktır. Bu da gerçeğe aykırı olacaktır." diyebilirsiniz. Fakat benim savunduğum şey, sürekli olarak kendini bulunduğu çevresel şartlara göre gerçeğe uygun şekilde değerlendirmek olacaktır. Bu fikre uygun yaşayan Sivaslı öğretmen, avrupalı öğretmenle yan yana geldiğinde onun daha iyi bir öğretmen olduğunu kabul etme erdemini gösterebilecektir. Bu yüzden alçak gönüllülük sabit bir davranış biçimi değil, şartlara bağlı olarak sürekli değişebilen bir davranış biçimidir. İşte benim alçakgönüllü olarak vurgulamak istediğim erdem, tam olarak bu. Belki adına dinamik alçak gönüllülük diyebiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder